26 Kasım 2017’de Çıplak Ayaklar Stüdyosu’nda gerçekleşen Kontak Doğaçlama İçin/de Deneyimsel Anatomi Atölyesi’nin ilk bölümü “Kütleden Forma” için atölye katılımcılarından Dilek Üstünalan’ın notlarıdır.
Sabah su şişesi imajından yola çıkarak kendimizi ısıtmaya başladık. Yarı dolu bir su şişesini yatay – dikey tuttuk, farklı açılarla farklı yönlere devirip baktık. Her durumda içindeki suların yere doğru aktığını, biriktiğini, yukarıda kalan kısımların da havayla dolup hafiflediğini gördük. Bu imajdan hareketle %70’i sudan oluşan bedenimizin de yere temas eden kısımlarına doğru ağırlığımızın aktığını, yukarıda kalan kısımların da hafifleyerek rahatladığını, özgür ve hareketli olarak havada asılı kalabildiğini hayal ettik. Hatta bir adım öteye gidip su şişesine hayali delikler açtık ki sular yere kavuşabilsin, bedenimiz yere temas eden kısımlarından yerle iyice bütünleşebilsin.
Bedenimizin üç ana kütlesi olan baş, göğüs kafesi / gövde ve kalça bölümlerine yalnızca kemik ve kaslardan oluşan bölgeler olarak değil; içleri yaşamsal fonksiyonları gerçekleştiren organlarla dolu, kendi içinde bir canlılık ve hareket barındıran; iskelet-kas sistemiyle de ilişki içinde bedeni destekleyen ve aynı zamanda ilgiye, harekete, dokunuşa ihtiyaç duyan; kendi hacmi ve kütlesi olan beden bölümleri olarak baktık. Ve bu yaklaşım, çeşit çeşit araştırmalar yaptığımız, keyifli danslar ettiğimiz bu uzun günün genel odağı oldu. Bu bilgiyi organların yerleşimlerini, şekillerini gösteren imajlar da destekledi.
Başın, göğüs kafesinin ve kalçanın yuvarlaklığı ile, birbirinden bağımsız ya da birbirini etkileyerek nasıl hareket edebileceği ile oynadık. Her birinin ayrı ayrı başı çekmesiyle bedenin geri kalanının hareket olasılıklarını araştırdık. Gözlerin yuvarlaklığını, yuvalarında rahatça hareket edebileceğini ve başa da yön verebileceğini hatırladık.
Fascianın (bağ doku) esnek-dayanıklı yapısını ve hareketini gösteren videoyu izlerken; fascianın, bedenin hareketini ya da hareketsizliğini desteklemek üzere kendisini sürekli yeniden yapılandırdığını, o nedenle de hareket etmemizin fasciayı da harekete davet ettiğini, esnekliğimizi arttırdığını konuştuk. Kasların, eklemlerin, organların çevresini saran bu yapının tüm bedeni ve hatta temas halinde dış dünyayla, başka bedenlerle bizim bedenimizi bağlayan bir ağ yarattığını fark ettik.
5 dakika boyunca “tunak tunak tun” şarkısının ritmine kapılıp tüm bedenimizi salladık, çalkaladık. İç organlarımız da dahil, bedenimizin her yanı kendini biraz daha bıraktı, biraz daha hareketlendi.
Eşli bir çalışmayla devam ettik. Bir kişi yerde yatıp başının ağırlığını eşine bıraktı. Başın ağırlığını alan eş, usul usul başı hareket ettirirken, yerdeki de önce kalçasını, sonra göğüs kafesini ondan bağımsız hareket ettirip olasılıklarını araştırdı. Sonunda da eşlerimize küçük bir dans hediye ettik.
Yerden yavaş yavaş yükselerek; farklı seviyelerde gezindiğimiz, bazen başın, bazen göğsün, bazen de kalçanın hareketi başlattığı solo danslarımızla bu araştırmayı sonlandırdık.
Yükseldiğimiz gibi yere geri de döndük:) Sıradaki egzersizde yerde yuvarlanırken eşimiz kalça, göğüs-omuz ya da baştan eliyle direnç uygulayıp kısa sürelerle hareketi bir yerden kısıtladı, biz de bu dirence rağmen harekete devam etmeyi, bunun için bedeni parçalı kullanmayı deneyimledik.
Yemekten önceki son dansımız eşimizle önce sırt-omuz-göğüs bölgesinden, sonra kalça bölgesinden kontak kurduğumuz; ufak ufak ağırlık paylaşımını da deneyimlediğimiz, bu sırada beden parçalarımızın bağımsız hareket kapasitesini unutmadan, kendi solomuzu da geliştirdiğimiz bir danstı. Benim için günün en keyifli kısımlarından biriydi bu kısım. Kollarım, bacaklarım, başım özgürlüğünü ilan ederken, bedenimin her bir parçası rahat ve oynak bir dansın içinde yaratıcılığını zorlarken; aynı zamanda eşimle güçlü bir bağlantı kurabilmiş olmak çok güzeldi.
Keyifli bir yemek arasından sonra önce nefes kapasitemizi geliştirecek bir nefes egzersizi, sonra da ısınmak, organlarımızı hatırlamak ve bedenimizi esnetmek üzere 6 meridyen esnetme akışını hep beraber yaptık.
Öğleden sonraki ilk çalışmamızda böbrekler ve mesaneyle çalıştık. Bu çalışmanın benim için günün en ilginç ve en keyifli çalışmalarından biri olduğunu itiraf edebilirim:) Eşimiz oturur pozisyonda sadece nefes alıp verirken ve böbreklerini hayal ederken biz de ellerimizi onun böbreklerinin üstüne yerleştirdik, sıcaklığını, hareketini hissettik; şeklini hayal ettik. Böbreklerin büyük bir kısmının göğüs kafesinin içinde kaldığını, hayal ettiğimden çok daha yukarıda konumlandığını öğrenmek ilginçti. Sonra bir elimiz arkada, iki böbreğin üzerinde kalırken bir elimizi mesanenin üstüne yerleştirdik. Bu dokunuş bedenin ön ve arka alanlarını hissettirmeye, merkezlemeye yardımcı oldu. Dokunuşun sıcaklığı da desteklenmiş hissettirdi. Sonra eşimiz bedeninin üç büyük kütlesinin hareketiyle oynayarak kendi solo dansını yapmaya başladı, biz de arkadan böbreklere, önden de mesaneye dokunarak onunla birlikte kaldık. Bir süre sonra ellerimizi çekip, solo dansını yapmak üzere onu özgür bırakıp yalnızca izledik. Rolleri değiştikten sonra herkes kendi solo dansına başladı. Böbreklerimdeki dokunuşun hissi devam ederken (bu dokunuş bana çok güçlü bir destek hissi veriyor) yaptığımız bu dans, bana çok açık, özgür, hafif hissettiren bir dans oldu. Defne’nin arka alanı da kullanma; başı, göğsü yukarı doğru açma, geri geri gitme ve geriye doğru düşme hatırlatmalarıyla, yönünü bilmeden rüzgara kapılıp döne döne uçan kuşlar gibi dans ettim. O arada görebildiğim kadarıyla, kuş sürüsünün geri kalanının hareketi de biraz benim hareketime benziyordu:)
Sıradaki çalışma ilk kontakla ilgiliydi. Bir kişi solo dans ederken, eşi onun etrafında hareket ediyor; önce elleriyle, dans geliştikçe bedeninin başka bölümleriyle eşine dokunarak önerilerde bulunuyor, yön veriyordu. Etrafında olmak, hareket halinde olan bir bedene yaklaşmak, kontağa girmek için olasılıkları görmemizi, fark etmemizi sağladı. Roller birbirine karıştığında, artık iki taraf da rastgele zamanlamalarla birbirine önerilerde bulunur ya da önerilere cevap verir olduğunda; egzersiz doğaçlama dansa dönüştüğünde ise artık gözle görmenin değil, bedenle görmenin, bedene güvenmenin, hatta risk almanın işler olduğunu konuştuk.
Sonraki egzersiz daha çok cevaplara odaklıydı. Yine bir kişi eşine net önerilerde bulunurken; eşi bu kez net cevaplar vermeye, önerilen yönü kabul etmeye ya da direnç göstermeye, kendi yönünü önermeye çalıştı. Önce bedenin tek bir noktasından verilen yönergeler/itkiler net cevaplarla karşılandı; sonra daha muğlak-arada kalan durumları da araştırdık. Bedenin birden fazla noktasından verilen itkilerde seçenek kalmaması, tek olası harekete izin vermek ya da tamamen pasif kalmak, vb. durumlar içinde oynadık. Verilen cevaplar gittikçe büyüdü, bedendeki dalgalanmalara izin vererek doğaçlama kapasitesi arttı; bu da bir dansa dönüştü.
Günün sonuna yaklaşırken jam’in olmazsa olmazlarından, partnerle birlikte yerde yuvarlanmayı denemeden olmaz diyip, cross-roll egzersizini de yaptık.
Atölyenin ilk gününü 20 dakikalık bir jam’le kapatmak, her şeyi unutup serbestçe dans etmek, bedenimizde kalanlarla oynamak üzere; mekanın çeperlerine doğru açıldık. Boşalan mekana bakıp zihnimizi de olabildiğince boşalttık ve Steve Paxton’ın small dance’i ile jam’e geçiş yaptık.
* Atölye akışında eğitmen notları ile farklılıklar olabilir. Katılımcının, atölyede yapılan egzersizlerin sıralamasını da gerçek akıştan farklı hatırlaması kendi içinde ilginç olabileceği için, değiştirerek sıraya sokmadım. Karşılaştırmalı olarak okumanızı öneririm.